“Fotoğraf doğumla başlar. Ölümden sonra da
vardır”
Sevgili dostum Alberto Modiano “Fotoğraf
Tarihine Giriş” kitabının önsözünü, çok hoşuma giden bu sözle sonuçlandırır.
Aslında biz fotoğrafçılar hayatı ölümsüzleştiren bir güce sahibiz. Birçoğumuz bu önemli gücün farkında değiliz
ama öyleyiz. Çektiğimiz her insanı, her olayı, her canlıyı ve her anı
ölümsüzleştiriyoruz.
Fotoğraf insanlığın görsel tarihidir. İcadına kadar insanlar yazarak,
resmederek veya sözlü kültürle olup biteni sonraki kuşaklara aktarmışlardır.
Fotoğrafla birlikte yaşananlar doğrudan görüntülenmeye başlanmış ve bu kopya ile olayları, insanları, çevreyi, doğayı ve olup biten
her şeyi birebir belgelemek mümkün olabilmiştir.
***
Birçoğumuz son dönemlerde dijital dünyanın
parlak ışıltıları altında gözlerimiz kamaşmış bir şekilde ilerlemeye çalışırken, fotoğrafın bu önemli boyutunu ıskalıyoruz ne yazık ki.
Fotoğraf, 180 yıllık bir geçmişe sahip.
İlk kalıcı görüntü Niepce tarafından 8 Aralık
1827’de İngiltere’deki Royal Society’ye bildirilirken aslında tarihsel sebeplerin
vardığı bir sonuçtu bu. Bir yönü ile fotoğrafın başlangıcı olarak
kabul edilen bu olay, aslında Rönesans ile birlikte başlayan gelişmelerin ve
insanlık tarihinin bin yıllık görüntüyü sabitleme merakının bir sonucuydu.
Her sonuç da yeni bir gelişimin doğumu değil
midir?
Aristo M.Ö. 4. yy. da kendi yöntemleriyle
ışığın etkilerini araştırmaya başladığında da belki de bir sonuca varmıştı. Ama
o sonuç ışığın ve optiğin binlerce yıllık serüveninin bir başlangıcıydı.
Camera Obscura, Camera Lucida, kimyasal, fiziksel ve sayısal gelişmeler…
Sonunda vardığımız dijital çağ ve daha
doğrusu dijitalin hayallerimizin sınırını aşan inanılmaz mucizesi.
***
Evet, ne yaparsak yapalım 180 yıldır şöyle
veya böyle fotoğraflar çekiliyor, basılıyor, biriktiriliyor ve saklanıyor.
Yine 180 yıldır insanlık tarihinin görsel
belleği fotoğraf olarak arşivlerde. Artık fotoğraflanıyor ve
tarihin sayfalarında bu fotoğraflar yer alıyor. Yok olup giden eski kuşaklar yerini
yeni ve dijital kuşağa bırakıyor.
İnsanlar ölüp gidiyor, ama fotoğrafları yaşıyor. Kentlerin yıllar öncesindeki halleri yok olup gitti ama fotoğraflarda yaşıyor. 180 yıldır var olan çok şey yok olup gitti ama tüm bunlar yine fotoğraflarda duruyor.
Daha doğrusu fotoğraf karesinde yer alanlar
şanslılardı ve onlar ölümsüzleştiler. Diğerleri unutulmuşluğun tozlu sayfalarında kaybolup gittiler.
Eski kuşaklar için bir fotoğrafta yer alıp
ölümsüzleşmenin önemini şimdi anlıyoruz. Mesela benim ailemde büyük dedelerimin
ve ninelerimin fotoğrafı hiç çekilmemiş. Aile arşivimizdeki en eski fotoğraf
anneannem ve dedeme ait.
Babamın babasının nasıl biri olduğunu hiç
bilmiyorum çünkü fotoğrafı yok. Babam ve anneme dair fotoğrafları da ancak
ben çekebildim ayrıntılı olarak.
Kendi fotoğraflarıma gelince… En eski
fotoğrafım ilkokul 5. sınıfa ait. Öğretmenimizle birlikte çektirdiğimiz toplu
bir sınıf fotoğrafı. Onda da nokta gibi görünüyorum zaten. Öncesi yok.
O nedenle son yüz yıldır soy ağaçlarındaki
her ferdin fotoğraflarına sahip olan aileleri çok kıskanırım. Geçmişlerini
fotoğraflarla biliyorlar, tanıyorlar ve yaşatıyorlar.
***
Evet, “Fotoğraf doğumla başlar, ölümden sonra
da vardır” ve biz fotoğrafçılar tarihe
kalıcı belgeler ve görüntülerden oluşan kayıtlar düşürmeye ve ölümden sonra da
yaşatmaya devam ediyoruz.
İyi ki fotoğraf var ve iyi ki biz fotoğrafçılar hayatı ölümsüzleştirmenin gücüne sahibiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder