17 Temmuz 2014 Perşembe

DİJİTAL FOTOĞRAF KENDİ KÜLTÜRÜNÜ YARATTI

Hiç şüphe yok ki, genel olarak kültür ya da özelde popüler kültür hakkında sayısız tanım yapılmış, binlerce söz söylenmiş ve makaleler yazılmıştır.

Türk Dil Kurumu, popüler kültürü şu şekilde tanımlar: “Belli bir dönem için geçerli olan, hızlı üretilen ve hızlı tüketilen kültürel ögelerin bütünü”. Ekşi Sözlük’te de çok daha çarpıcı bir tanım çıktı karşıma… “Kendi yarattığı tanrıları, kendi öldürerek beslenen kültür”…

Bu tanım popüler kültür kadar, günümüz fotoğrafının ulaştığı son durumu anlatmıyor mu bizlere?
Evet, günümüz dijital fotoğrafçılığın da kültürü bu, her gün yeni bir tanrı yaratıyor, bir öncekini yok ediyoruz…

Kendine özgü yapısıyla fotoğraf tarihinde çığır açan dijital fotoğrafçılığın ne olup olmadığını hiç şüphe yok ki biz film kuşağından yetişenler çok daha iyi anlayıp yorumlayabiliyoruz.

Fotoğrafın 170 yıllık tarihinde ağır aksak yoluna devam eden bu alandaki teknolojik gelişmeler, dijital bilimin ışığında inanılmaz değişim ve dönüşümler yaşamaya başladı. Bu hızlı ve şaşırtan gelişme sonu olmayan dip dalgalarıyla bizi sarıp sarmalamaya devam ediyor.

Şu an bir fotoğrafı çekip, işleyip, dünyanın öteki ucuna ışık hızı ile yollamamız, çok değil 15 yıl öncesinin, biten filmi geri sarıp makineden çıkarma süresinden çok daha hızlı hale gelmiştir.

Hiç unutmuyorum… 1985 yılı olmalıydı. Hürriyet Gazetesi’nin Bitlis muhabiriydim. Seçim gezisine çıkmış Erdal İnönü’nün iyi bir fotoğrafını istemişti gazetem benden. Ne yapıp edip Rahva geçidinde İnönü’yü aracından indirip karlar içinde fotoğrafını çekmiştim. Böyle bir fotoğraf çektiğimi duyan gazete yöneticileri bu fotoğrafı kullanmak için baskıyı bile durdurmuşlardı. Ben kiraladığım taksiyle banyosunu dahi yaptırmadığım filmi 4 saate Diyarbakır’a yetiştirmiştim.

Henüz kar beyazında fotoğraf çekme deneyimim olmadığından İnönü’nün yüzünün kullanılmayacak kadar simsiyah çıktığı fotoğrafım gazetede o gün büyük bir krize yol açmış ve ben de büro şefim Talat Polat’tan okkalı bir fırça yeyince, kariyerimle ilgili hayallerim o gün yerle bir olmuştu. Bilgi ve deneyimsizliğimin kurbanı olup çıkıvermiştim.

Çünkü makinem filmli bir makineydi. Pozometresi çalışmıyordu… Yandan zaman zaman ışık alıp filmi karartıyordu ve ben bunu önlemek için makinenin kapağını kat be kat siyah bantla sarmak zorunda kalıyordum. Filmi takıp çıkarırken de o bantları söküp tekrar yapıştırmak o zamanın imkansızlıklar içindeki fotoğraf kültürünün trajikomik hikayesiydi sanki.

Oysa şimdi çekmiş olsaydım ben o fotoğrafı, makinemin ekranında hemen izler, hatalı çekimi anında görüp telafi edebilirdim. Veya yanımda taşıdığım bilgisayarla hatamı anında düzeltebilir, daha Erdal İnönü’nün aracı gözden kaybolmadan ben fotoğrafımı internet üzerinden sağlıklı bir şekilde, bırakalım Diyarbakır’ı İstanbul'daki gazete merkezindeki yazı işleri masasına ulaştırırdım.

Hatta bırakalım makineyi, akıllı cep telefonumun bilmem kaç mega pikselli kamerasıyla çektiğim fotoğrafı allayıp pullayıp yine ışık hızında yollardım yer yüzünün herhangi bir noktasına….
Nereden, nereye geldik?

İşte dağlar tepeler dolaşıp, boş, yanmış veya hatalı çekimlerin olduğu filmleri makinelerinden çıkarmayı yaşamayanlar bu dijital devrimin ne olduğunu pek kavrayamazlar…
İşte bu hızlı değişim ve dönüşüm dijital teknolojinin kendine özgü hızlı üretilip aynı hızda tüketilebilen kültürünü yarattı.

Kendi yarattığı tanrıları en fazla 1-2 yıl içinde yok eden ve ardından yeni tanrılara tapınan bir kültür tsunamisiyle iç içeyiz. Bu dalgalar geliyorlar, etkiliyorlar ve yerlerini daha güçlü olanlarına bırakmak üzere geri çekiliyorlar.

Makineler, sensorlar, pikseller, iso hızları ve işlemciler hızla geliştikçe, ardına düşen milyonlarca fotoğraf sevdalısı tam yakaladığını sandığı anda bir anda fersah fersah uzağına düştüğü baş döndürücü bir teknolojik yarışın hiç bitmeyecek yüz metrelerini koşmaya çalışıyorlar.

Ayılıp bayılarak aldığımız en son model makinelerimizin bir iki yıl içinde dinozora dönüşmesine mi yanalım, yoksa çektiğimiz dünya güzeli fotoğraflarımızın bir tıkla bakılıp saniyeler içinde geçildiği hızlı görsel tüketime mi?

Günümüzde her geçen gün daha çok insan fotoğrafın sihirli dünyasıyla buluşuyor. Cep telefonlarının bile çok kaliteli kompakt makinelere dönüştüğü günümüzde yine her geçen gün daha çok fotoğraf çekiliyor ve zaman geçirilmeden paylaşılıyor. Çağımızın en önemli buluşlarından biri olan İnternet sayesinde önümüze açılan milyonlarca ışık yolundan gönderi veriyoruz bu fotoğrafları milyonlarca internet kullanıcısının önüne.

Sosyal medya alanları, kişisel web siteleri ve on binlerce fotoğrafçıyı buluşturan fotoğraf paylaşım siteleri bir anda fotoğrafın Kâbe’sine dönüşebiliyor. Bu merkez etrafında dönüp dolaşan, dolup boşalan birbirinden güzel ve çarpıcı milyonlarca fotoğrafın açılıp bakılması ve akılda kalma süresi saniyelerden öteye geçmiyor.

Onun dışında her fotoğraf çekiminde elde ettiğimiz binlerce fotoğrafın terabaytlık belleklerimizde nasıl da ayıklanamaz bir çöplüğe dönüşmesi de çabası..

O halde biz bu kısacık saniyeler için mi bunca iyi güzel ve pahalı makinelere yatırım yapıyoruz. Fotoğrafımız bir kaç saniyeliğine gözüksün diye mi bu uzun disiplin gerektiren meşakkatli yolculuğa çıkıyoruz?

***
Şimdi çok hızlı ulaştığımız, çok hızlı değerlendirdiğimiz ve çok hızlı tükettiğimiz bir fotoğraf kültürü ile karşı karşıyayız. Bu hız değişik ve zamanın ruhuna uygun fotoğrafçı biçimleri de karşımıza çıkarıyor.
Bu dünyaya pahalı makineleri ile hızla dalıp, “Bu kadar yatırım yaptık hala iyi fotoğraf çekemiyorum” deyip aynı hızla ortadan kaybolanların yanında, geçmişin 10-15 yılda ulaşılan kariyer yolunu bir iki yıl içinde kat edip yıldızlaşan yetenekleri de görüyor tanıyoruz.

Geçmişin ağır ustalarının yanında, hızlı, etkili ve çarpıcı genç ustaları da görebiliyoruz artık. Metropollerin sırça köşklerinde fotoğrafın sefasını süren bir avuç usta fotoğrafçı taşıdıkları bayrağı yurdun her köşesinde birer çiçek gibi açan dijital kültürün genç fotoğrafçılarına bırakıyor.

Ya manipülasyon kültürü?

Dijital fotoğrafın altın tepsi içinde getirip önümüze bıraktığı manipülasyon kültürü de somuttan soyuta geçişin kaliteli ve hızlı yolculuğuna çıkarıyor bizleri. 1858 yılında Henry Robinson tarihin ilk fotomontajını yapmak için kim bilir kaç gün karanlık odasındaki agrandizörünün başında uğraşıp durmuştu, kim bilir kaç deneme yapıp kaçını çöpe atmıştı…

Belgesel fotoğraf ve insan suretinin birebir elde edildiği fotoğraflar tarihte nasıl ki resmi özgürleştirip soyut betimlemelere itip onu somuttan soyuta geçişin en güzel örnekleri ile buluşturduysa, dijital fotoğraf, insan ruhunun derinliklerindeki soyut anlatma yöntemlerini de resim sanatının elinden alıyor.

Dijital fotoğrafın kendi kültürü ve bu kültürü hayal edilemeyecek noktalara taşıyan bilgisayar teknolojisi ve yazılım olanakları, insan hayalinin bin bir sezgi ve düşüncesini, fotografik malzemelerle soyut anlatım biçimlerine getirip gözlerimizin içine sokuyor.

Kim ne derse desin… Fotoğrafın genel anlamda kendine ait bir kültürü vardı. Dijital teknoloji bu kültür içinde büyük devrimlere yol açtı ve kendi popüler kültürünü yarattı.

Fotoğrafın 170 yıllık tarihinde yaratılan kültürün 160 yılı bir yanda on yılı ise diğer yandadır. Yeni popüler kültür kendi tanrılarını hızlı bir şekilde yaratmaya ve yok etmeye devam edecektir…

Enver ŞENGÜL




Hiç yorum yok: